23.09.2016

TANITIM VE TARİHÇE

Gülşehir İlçe Müftülüğü 1913 yılından beri hizmet vermektedir. 1 Müftü, 2 Vaiz, 2 V.H.K.İşletmeni, 1 Şoför ve 1 Hizmetli ile 1992 yılında yapılan 2014 yılında tadilattan geçen TDV binasında hizmet vermektedir. 

Gülşehir’in Coğrafyası

Gülşehir, İç Anadolu bölgesinde yer alan Nevşehir iline bağlı, 958 km. kare yüzölçümü olan bir ilçedir. 10 mahalle ve 31 köye sahip ilçenin kırsal özellik gösteren nüfusu, 2013 yılı verilerine göre 22 722 kişidir. Karasal kurak iklimin hüküm sürdüğü ilçe toprakları, bozkır bitki örtüsüne sahip ve orman bakımından çok zayıftır. Sanayi olmadığı için ekonomisi genelde kıraç tarıma ve hayvancılığa dayalıdır. Kızılırmak, ortasından geçtiği ilçe arazisini iki bölüme ayırır. Kuzey bölümü alçak dağ ve tepelerle çevrilmiştir. Hırka dağı 1680 m. rakımla ilçenin en yüksek noktasıdır. Batıya doğru gittikçe alçak düzlükler oluşur. İlçenin güney bölümünde volkanik tüflerin oluşturduğu plato, batıya doğru yerini ovalara bırakır.

950 m. rakımlı ilçe merkezi, doğu sınırına yakın kesimdedir ve il merkezine uzaklığı 16 km.dir. Merkez mahalleleri: Açıksaray, Cumhuriyet, Çalışanlar, Çayır, 400 Evler, Fatih, Karacaşar, Karavezir, Oruçreis, Tuzköy. Köyleri: Abuşağı, Alemli, Alkan, Bölükören, Civelek, Dadağı, Eğrikuyu, Gülpınar, Emmiler, Eskiyaylacık, Fakuşağı, Gökçetoprak, Gümüşkent, Gümüşyazı, Hacıhalilli, Hacılar, Hamzalı, Karahöyük, Kızılkaya, Oğulkaya, Ovaören, Şahinler, Terlemez, Yakatarla, Yalıntaş, Yamalı, Yeniyaylacık, Yeşilli, Yeşilöz, Yeşilyurt, Yüksekli. Mezraları: Ahmetören, Hacıosman.

 

Gülşehir’in Tarihçesi

İlçe tarihi üzerine yapılmış bilimsel inceleme ve araştırma yok denecek kadar az olduğu için, Gülşehir’in geçmişi derli toplu açığa çıkarılamamıştır. Günümüzde, ilçemizin erken tarihini ortaya koyacak iki önemli bilimsel çalışma yapılmaktadır. Bu çalışmalardan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmasını Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. S. Yücel Şenyurt, paleontolojik kazı ve yüzey araştırmasını da yine aynı bölümde öğretim üyesi olan Paleontolog Doç. Dr. Okşan Başoğlu gerçekleştirmektedir. Bu değerli bilim adamlarına verilecek desteklerle, üzerinde yaşadığımız toprakların en erken döneminin aydınlığa kavuşması sağlanmış olacaktır. Böylece, bilgi ve veri eksikliğinden dolayı baştan sona ele alınamayan ilçe tarihimiz kesintisiz şekilde yazılabilecektir. Aslında Gülşehir’in tarihini, içinde konumlandığı antik bir bölge olan Kapadokya’nın tarihi ile birlikte bölgesel olarak değerlendirmek daha doğru olur.

Kapadokya

Tarihini bire bir etkileyen Kapadokya coğrafyası, çağlar boyunca insan yaşamına uygun ortamı ile İç Anadolu’da özgün bir yere sahiptir. Kapadokya, III. ve IV. Jeolojik zamanın başlarında Erciyes ve Hasan Dağı başta olmak üzere Melendiz, Göllüdağ, Keçiboyduran, Erkilet, Seksenveren, Tekkedağ, Hoduldağ, Kızılçın ve Acıgöl gibi yüzlerce volkanın püskürttüğü lav ve tüflerden oluşmuştur. Volkanların faaliyetleri, 10 milyon yıl önceden başlayıp 10 bin yıl öncesine kadar sürmüştür. 

Hemşerimiz Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Paleontolog Doç. Dr. Okşan Başoğlu tarafından Gülşehir Yeniyaylacık ve Ürgüp Sofular köylerinde yapılan bilimsel araştırmalarda 9 ila 10 milyon yıl öncesine ait at, sığır, sırtlan, gergedan, fil, zürafa ve domuz fosilleri bulunmuştur.

Günümüzden 2 milyon yıl öncesinden 10 bin yıl öncesine kadarki Eski Taş Devri izlerine, Niğde Göllüdağ-Kaletepe mevkiinde, Ürgüp Damsa vadisindeki Avladağı eteklerinde, Tuz gölü yakınında Şereflikoçhisar’da, Kayseri Soğanlıdere vadisinde, Barsık köyünde ve Aksaray Güzelyurt yakınında rastlanmıştır. Kapadokya’nın hemen hemen her köşesinde ortaya çıkan bu döneme ait eserlerin ilçemizde görülmemesinin nedeni, bilimsel araştırma yapılmayışından veya buluntulara tesadüf edilmeyişindendir.

Kapadokya bölgesi, Yeni Taş Devri (MÖ 8000/5500) yerleşmeleri açısından oldukça zengindir. Bilim adamları Aksaray’da Acıyar, Aşıklıhöyük, Musular, Nenezi, Yellibelen mevki, Sırçantepe, İninönü, Değirmenözü, Sapmazköy; Niğde’de Boğazköy, Güllüce, Bozdağ, Bitlikeler, Çiftlik, Kayırlı, Ekinlik-İlbiz, Göllüdağ-Kaletepe, Mahmutsekisi, Kayaardı tepesi, Köşkhöyük, Tepebağları, Bor-Pınarbaşı; Nevşehir’de Acıgöl, Kaleiçi, Güneydağ, Avladağı, Hasanlar, İğdeliçeşme; Kayseri’de Hacıbeyli, Dededağ, Toparınpınar, İncesu-Kumtepe’de bu döneme ait eserler bulmuşlardır. İlçemizde de bu devire ait pek çok höyük olduğu tahmin edilmektedir.

Bakır Taş Devrindeki (MÖ 6. bin yılı ortalarından 3000’lere kadar) Kapadokya yerleşimleri, önceki devrin devamı olan Niğde-Çiftlik’teki Tepecik höyüğü, Niğde-Tepebağları, Bor-Pınarbaşı ve Köşkhöyük’ten başka Aksaray’da Gelveri, Güvercinkaya, Sapmazköy-Yassıören; Hacıbektaş’ta Külüntepe, Paşalı; Gülşehir’de Civelek mağarası; Niğde’de Kabakulak ve Kayseri’de Fraktin, İkitepe, Çayır yerleşimleridir.

Erken Tunç Çağına (MÖ 3000-2000) tarihlenen yerleşmeler arasında Hacıbektaş-Sulucakarahöyük, Avanos-Sarılar beldesindeki Zankhöyük, Aksaray-Gökçeköy’deki Güvercinkaya, Aksaray-Yeşilova köyündeki Acemhöyük ve Kayseri’deki Kültepe sayılabilir. Topaklı höyüğünde yapılan bilimsel kazılarda da Erken Tunç Çağından Bizans’a kadar gelen buluntular ele geçmiştir.

Anadolu’nun tarihi çağları Kapadokya tabletleri ile başlamıştır. Yazı ilk defa Anadolu’da Kapadokya’da kullanılmıştır. Kayseri’deki Kültepe höyüğünde (Kaniş-Karum) Asur ticaret kolonilerinden kalan, eski Asurca çivi yazısı ile yazılmış tabletler, bize çok önemli bilgiler vermiştir. Bu döneme ait Kapadokya’da bulunan şehirlerden bazıları Kummanni, Nahita, Tuwanuwa, Tunna ve Hupisna’dır.

Orta Tunç Çağında (MÖ 2000-1550) Kapadokya’da kurulmuş olan Hitit devleti, Anadolu’daki ilk siyasi birliktir. Hititler, Anadolu’nun yerlisi olan Hatti, Luvi ve Palalardan başka, Hurri halkları üzerinde egemen olmuşlardır.

Geç Tunç Çağında (MÖ 1550-1200) Hitit Devleti genişlemiş, bir imparatorluğa dönüşmüştür. Batı ucu Ege denizine dayanmış, güneyde şimdiki Suriye ve Akdeniz’e, doğuda Murat ve Dicle’nin kollarına kadar varmıştır. Hitit İmparatorluğu bu dönemde eski dünyanın iki süper devletinden biri olmuştur. Hititler zamanında “aşağı ülke” olarak adlandırılmış olan Kapadokya, merkezi konumda kalmıştır. Bölgede Hitit Devletine ait büyük merkezler, yapılan bilimsel kazıların az olmasından dolayı yeterince aydınlığa kavuşturulamamıştır.

Hititlerin yıkılması ile Anadolu, Demir Devrine (MÖ 13. yüzyıl-4. yüzyıl) girmiştir. Bu dönemde kültür birliği son bulup, güneyde Geç Hitit Beylikleri ortaya çıkmıştır. Kapadokya’da da Tabal adında bir Geç Hitit Beyliği kurulmuştur. Nevşehir, Niğde, Aksaray illeri ile Kayseri’nin güney kesimlerini kapsayan Tabal Beyliği, doğuda Sivas-Gürün’e kadar uzanmıştır. Nevşehir ve Kayseri civarında bulunan 11 adet Luvi hiyeroglif kaya yazıtlarından (Sivasa, Topada, Kululu, Sultanhanı vs.) Tabal Beyliğinin geniş bir bölgede hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. MÖ 9. yüzyılın ortalarından 8. yüzyılın sonlarına kadar devam eden Tabal Beyliğini Asurlular ve Kimmerler yıkmışlardır.

MÖ 7. yüzyılda Kapadokya, Medlerin eline geçmiştir. Egemenlik MÖ 550 yılında Pers-Ahameniş sülalesine geçince, Anadolu satraplıklara bölünmüş, Kapadokya da Kızılırmak’tan Fırat’a, Karadeniz’den Toroslara kadar uzanan en büyük satraplık olmuştur. MÖ 4. yüzyılda Kapadokya satraplığı ikiye bölünmüş, kuzeydekine Pontos adı verilmiştir.

Büyük İskender’den sonra MÖ 301’de Ariarathes’in idaresi altında isyan eden Kapadokyalılar, bir krallık kurarak bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.  Hemen hemen 300 yıl hüküm süren Kapadokya Krallığı, son kral Arkhelaos’un ölümüyle birlikte, MS 17 yılında bir Roma eyaleti haline getirilmiştir.

Romalılar döneminde pek çok defa Galatya ve Armenya eyaletleri ile birleştirilip ayrılan Kapadokya eyaleti, 395 yılında Roma’nın ikiye bölünmesinden sonra, imparatorluğun doğu yarısında kalmıştır. İlçemizdeki Hozankaya ve Açıksaray’ın Döllük mevkiinde yaygın olarak bulunan kaya mezarlarının Roma döneminden kalmış olduğu tahmin edilmektedir.

Bizans döneminde ülkenin doğu sınırında kalan Kapadokya, 5. ve 6. yüzyıllarda Sasaniler ve İsauralıların saldırılarından çok zarar görmüştür. Kapadokyalı Mavrikios, 582-602 yılları arasında Bizans imparatoru olmuştur. Bu imparator döneminde Sasanilerle iyi ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. 646 yılında bu kez de Arap saldırıları başlamıştır. İlçemizdeki Açıksaray ören yerinin kaya kiliseleri çoğunlukla Erken Bizans döneminden kalmadır.

8. ve 9. yüzyıllarda sürekli savaşlarla Kapadokya şehirlerinin sık sık Bizans ve Araplar arasında el değiştirmesi sonucunda ve ayrıca ikonoklazm (putkırıcılık) uygulamasından dolayı bölge bir süre gerileme dönemi yaşamıştır. Ancak ikonoklazmın ortadan kalkması ve Arap akınlarının durdurulmasıyla 9. yüzyılın ortalarından 1071 yılına kadar bölgede güvenlik sağlanabilmiş, bu dönemde büyük bir kültürel gelişme olmuştur. Böylece Kapadokya bu süreçte altın dönemini yaşamış, günümüze kadar gelen kaya kiliselerinin ve bezemelerinin çoğu bu zamanda yapılmıştır. 1071 yılında Malazgirt zaferi sonucunda, Anadolu gibi Kapadokya kapısı da Türklere açılmıştır.

12. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar Kapadokya bölgesi, Bizans, Büyük Selçuklu, Danişmentliler, Kilikya Ermeni Krallığı, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Eretna Beyliği, Kadı Burhanettin Devleti ve Karamanoğulları tarafından ara ara ele geçirilmiş ve son olarak Fatih Sultan Mehmet zamanında tamamen Osmanlıların yönetimine girmiştir. Osmanlı Devletinde yol güzergahlarının değişmesi dolayısıyla ıssızda kalan ilimiz ve ilçemiz, 18. yüzyılda hemşeri sadrazamlarımız sayesinde altın çağlarını yaşamıştır.

Kapadokya tarihini bu şekilde kısaca anlattıktan sonra, bu süreç içerisinde Gülşehir’in tarihteki seyri kendiliğinden ortaya çıkmış bulunmaktadır. Günümüze kalan eserlerden ve arkeolojik buluntulardan yola çıkarak, ilçemizin tarihçesini şöyle irdeleyebiliriz:

Gülşehir

zürafa, gergedan, domuz, fil, at, sığır ve sırtlan gibi hayvanların fosil kalıntıları, Yeniyaylacık köyünde Paleontolog Doç. Dr. Okşan Başoğlu tarafından yapılan bilimsel kazılarda ele geçmiştir. Bu hayvanlar, günümüzden yaklaşık 10 milyon yıl önce bu topraklarda yaşamışlardır. O dönemde Kapadokya’daki volkanik faaliyetler yeni başlamış durumdaydı. Bunun kanıtı olarak, Fransız bilim adamları tarafından Karacaşar’da bulunan 9,2 milyon yıllık gergedan fosilini verebiliriz. Bir volkan atımı sırasında, sıcaklığı 500 dereceye ulaşan lavlardan kaçamayan bu gergedan, lavlarla birlikte soğuyup katılaşarak, volkanik kayaların içinde fosil haline gelmiştir. Akdeniz bölgesinde sık bulunan gergedan ve diğer hayvan fosillerinin ilçemizde ele geçmesi, milyonlarca yıl önce iklimimizin Akdeniz tipi olduğunu göstermektedir.

İnsanların 2 milyon yıl önce ortaya çıkışından 10 bin yıl öncesine kadarki Buzul Çağlarının hüküm sürdüğü devirde avcı-toplayıcı toplulukların izlerine, yakın çevresinin aksine ilçemizde rastlanmamıştır.

İlçemiz sınırları içerisinde en erken insan izleri Ovaören’de olmalıdır. Bilimsel kazı yapan Arkeolog Prof. Dr. S. Yücel Şenyurt, Ovaören’deki Yassıhöyük ve Topakhöyük arkeolojik yerleşimlerinin MÖ 8 bin ila 5500 yılları arasına tarihlenen Yeni Taş Devrine kadar uzanabileceğini ifade etmiştir.

Şimdiye kadar yapılan kazı çalışmalarında ele geçen arkeolojik buluntular, Civelek mağarası ile Ovaören’deki yerleşimlerin Bakır Taş Devrine kadar gittiğini göstermiştir. İlçemizde MÖ 5500 ve 3000 yılları arasındaki bu devire tarihlenebilecek daha pek çok höyük vardır.

Tunç Devrinde (MÖ 3. ve 2. bin) önemli merkezlerden olan Ovaören höyükleri çok yoğun şekilde yerleşilmiştir. Özellikle Yassıhöyük yerleşiminin, Geç Tunç Çağında (MÖ 1550-1200) Hitit İmparatorluğunun önemli merkezlerinden biri olduğu, yapılan kazı çalışmalarıyla ortaya çıkmıştır. İlçemizde burası gibi pek çok höyük bulunmaktadır. Bu höyüklerimize örnek olarak, Yeşilöz Kalehöyük, Gümüşkent Kalehöyük, Dadağı höyüğü, Araplı höyüğü, Pınarbaşı Beyyurdu höyüğü, Karacaşar höyüğünü sayabiliriz. Büyüklü küçüklü pek çok höyüğümüzün önemi anlaşılamadığından, maalesef bazısı kaçak kazılarla, bazısı tarımsal faaliyetlerle tahrip edilip yok olmasına sebebiyet verilmektedir.

Hitit İmparatorluğunun yıkılmasıyla Demir Devrinde  (MÖ 13. yüzyıl-4. yüzyıl) Geç Hitit Beylikleri ortaya çıkarken, Kapadokya’da da Tabal Beyliği kurulmuştur. Bu dönemde Ovaören Yassıhöyük’ün, Nevşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri’yi kapsayan Tabal Beyliğinin başkenti olduğu tahmin edilmektedir. MÖ 9. yüzyılın ortalarından 8. yüzyılın sonlarına kadar devam eden Tabal Beyliğinin günümüze kalmış 11 adet Luvice hiyeroglif kaya yazıtlarından biri de Gökçetoprak (Sivasa) köyümüzdedir.

Avanos yönündeki Çeç tümülüsü gibi Hırka dağında varlığı bilinen birkaç tümülüsün Kapadokya Krallığı döneminden ve kraliyet ailesine ait olduğu tahmin edilmektedir. Yine aynı krallık zamanında yapılmış bulunan Gökçetoprak’taki Zeus Stratios (Ordu Koruyan) kaya kabartması ilçemizdeki önemli arkeolojik eserlerdendir.

Açıksaray Döllük ve Hozankaya mevkiinde Roma döneminden kalma kaya mezarlarına sıkça rastlanmaktadır. Bizans dönemi kaya kiliseleri de, yine Açıksaray başta olmak üzere ilçenin her yanında göze çarpmaktadır. Gülşehir’in Antik Çağda yoğun bir nüfusa sahip olduğu, en fazla o dönemde kullanılmış olan kayadan oyma mekan ve günümüze kalmış mezarlardan anlaşılmaktadır. Yüzyıllardır kullanılan kaya mekanları, sonradan yapılan eklemelerle gittikçe genişlemiş, büyümüş ve yer altı kentleri vasfını almıştır. İlçemizde tarih öncesinden beri ikamet edilen, ancak özellikle Bizans döneminde son şeklini alan yer altı kentleri oldukça fazladır. Açıksaray, Hozankaya, Gökçetoprak, Ovaören’de Kemer ve Filikören, Gümüşkent, Yüksekli, Kızılkatma, Büyükkale, Küçükkale ve Kepez bunlardan başlıcalarıdır.

Açıksaray’da bir kaya cami ile Kızılkaya ve Tuzköy’de birer cami Selçuklu döneminden kalmıştır. Osmanlı döneminden ise, Karavezir Seyit Mehmet Paşanın yaptırdığı külliyeden başka eser yoktur. Geleneksel sivil taş mimari örnekleri, kültürel korumacılık bilincinin bulunmayışından dolayı, bazı köyleri hariç ilçede hemen hemen yok olmak üzeredir.

 

Osmanlı kayıtlarında ilk defa 1584 yılında bir köy olarak anılan Arapsun, 1779 yılında Karavezir Seyit Mehmet Paşa tarafından Nevşehir’e bağlı kaza merkezi haline getirilmiştir. 1892 yılından Osmanlının yıkılışına kadar Arapsun’u, Niğde sancağına bağlı bir kaza merkezi olarak görüyoruz. Cumhuriyetin başında 10 yıl il olan Aksaray’ın kazası yapılan Arapsun, 1933 yılında yeniden Niğde iline bağlanmıştır. Arapsun adı 1948 yılında bir kanunla Gülşehir’e çevrilen ilçemiz, 1954 yılından itibaren il yapılan Nevşehir’e bağlı kala gelmiştir.

Gülşehir ve Köylerinin Eski İsimleri

Yerleşim yerlerinin eski adları, orasının geçmişi hakkında bilgi veren en önemli kanıtlardandır. Bu açıdan bakarsak, Gülşehir, Gökçetoprak, Ovaören ve Gümüşkent’in eski adlarının Luvice’den geldiği düşünülürse, bilinen tarihlerinin en azından günümüzden 4000 yıl öncesine dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten eski adları yaşayan yerleşim yerlerinin geçmişten gelen eser ve kalıntılarının halen mevcut olduğu gözle görülmektedir. Ancak geçmişteki adları unutulup, daha sonraki dönemde başka şekilde adlandırılan eski yerleşim yerleri de vardır. Aşağıda sadece eski adları bilinen yerleşim yerlerinin listesi verilmiştir.

Gülşehir: Gülşehir’in bilinen eski adı Arapsun’dur. Ancak şehrimizden tarihte ilk kez, İskenderiyeli coğrafyacı Batlamyus’un eserinde Kapadokya kentlerinden Zoropassos adıyla bahsedilmektedir. Eski Yunanca söyleyişle Zoropassos olarak MS 2. yüzyılda kayda geçen bu adın, daha sonraki dönemlerde Yarabissos/Arabissos şeklinde evrilerek, Yarabisun/Arabison diye değiştiğini görüyoruz. 19. yüzyılda, Arkeolog W. M. Ramsay tarafından “Yarapson” olarak bahsedilen şehrimiz, coğrafyacı H. Kiepert’in haritasında “Arebsun/Yarapison” şeklinde verilmiştir. Osmanlı kayıtlarında Arapsun diye geçen ad, günümüzde de hala kullanılmaktadır.

 

İlçemize Gülşehir adının verilmesine dair üç rivayet vardır: Birinci rivayet, Karavezir Seyit Mehmet Paşanın, kalkındırıp kaza haline getirdiği Arapsun’a Gülşehir adını verdiği şeklindedir. İkinci rivayete göre, Gülşehir adını Ahi Evran koymuştur. Üçüncü rivayette ise Gülşehir adı, Alaaddin Keykubat tarafından konulmuştur. Son rivayetin gerçekliği, Şeyh Ahmet Gülşehri’nin mahlasının bir dayanak noktası olması hasebiyle ağır basmaktadır.

Karavezir Seyit Mehmet Paşa, 18. yüzyılda hala Arapsun denilen şehre Alaattin Keykubat tarafından Gülşehir adının konulduğunu biliyor olmalı ki, kaza haline getirdikten sonra bu adı tekrar vermiştir. Ne var ki daha sonraki dönemde bir daha unutulan Gülşehir adı, 1948 yılındaki Bakanlar Kurulu kararıyla resmiyet kazanmıştır.